Slider

Aysegül Ateş - GÖÇMENLERE YÖNELİK SAĞLIK POLİTİKALARI

GÖÇMENLERE YÖNELİK SAĞLIK POLİTİKALARI

Gaziantep-Kilis Tabip Odası   Yönetim Kurulu Başkanı Ayşegül Ateş ile sağlık hakkı, göçmen sağlığı ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine konuştuk.

Ayşegül hanım, biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Aile hekimi uzmanıyım. Gaziantep’te Gaziantep-Kilis Tabip Odası’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyorum. Hekimliğin yanısıra göç, göçmenlik, sağlık hakkı gibi konular ilgi alanım.

Göçmenlik dediniz, oradan devam edelim. Gaziantep göçmen yerleşiminin yüksek olduğu bir şehir. Göçmenlere yönelik sağlık politikalarında dikkatinizi çeken eksiklikler neler?

Gaziantep’te 2011 yılından bu yana 1., 2. ve 3. dalga göçe tanık olduk. 1. dalgayı çok hissetmedik çünkü durumu daha iyi olanlar geldi ama savaşın artması ile birlikte 3. dalgayla beraber yoksul kesim göç etti. Öyle olunca kalacak yeri olmayan, banklarda yatan, sokak sokak iş arayan insanların olduğu gerçeği gözle görünür bir hal aldı. Hem bu görünür olma durumu hem de bu duruma karşı oluşan ayrımcılığın, damgalanmanın ve nefrete varan söylemlerin etkisi bu konuya eğilmemizi sağladı.

Sağlıkla ilgili olarak dikkatimi çeken ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığımız konulardan biri, göçmen bebek ölümler. Şöyle açıklayayım:

Türkiyeli bir bebek doğduğunda kaydedilir ama göçmen bebekler için böyle bir kayıt sistemi yok.

Benzer şekilde, göçmen bebekler aşıya gelmezse aşıya çağrılmıyorlar çünkü Göçmen Sağlığı Birimi’nin öyle bir kayıt sistemi yok. Eğer bebekler Aile Hekimliği sistemine kayıtlıysa aranır ama genelde de göçmenler kayıtlı olmazlar.

Bizim söylediğimiz şu: Göçmenler kayıt sistemine girmeli ve geriye dönük olarak da eksik bilgiler tamamlanmalı. Ölen bebekler neden öldü? Anne ölümleri var mı? Varsa kim bu insanlar? Aradan geçen 10 senede kimler doğdu? Biz bu soruları yetkililere soruyoruz ama her zaman ya politik cevaplar alıyoruz ya da bebek ölümlerinden bahsedince “O kadar çok ölen bebek yoktu, hocam.” diyebilen bir yaklaşımla karşılaşıyoruz.

Cinsiyete dair ayrımcılık da görünür bir şekilde yaşanıyor mu?

Hekimler özelinde konuşacak olursam görünürde her şey yolunda ama bakım emeği o kadar kadın üzerinden şekillenen bir alan ki… Bir toplantı yapıyoruz ama kadınlar gelemiyor çünkü çocuğun okuldan alınması lazım, ödevine bakılması lazım… Bu lazım olan şeyleri erkek yapamıyor, “Sen git, ben hallederim.” diyemiyor. Bu sebeple katılım az olabiliyor. Bizim TTB olarak toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgemiz var ve bu tutum belgesi bizler için çok önemli.  Uygulamak her zaman kolay olmuyor, yeterli katılımı sağlayamıyoruz.  Bu durumu ataerkil sistemden kaynaklı toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmamasına bağlıyorum.  Kendi yapımız içerisinde de bu tutum belgesi ile birlikte cinsiyet eşitliliğine dikkat ediyoruz ama bazen zorlanıyoruz. Bir etkinlik yapıyoruz, “Kadın-erkek eşitliğine dikkat edelim.” diyorum. “Tamam ya, siz de bu işi çok abartıyorsunuz.” gibi tepkiler alıyorum. Bunu artık söylemeye gerek olmaması lazım ama hala anlatıyoruz.

Çalışma yaşamında da her alanın kendine göre farklı özellik ve haliyle farklı zorlukları var. “Sen bilmezsin.” “Bu işler öyle yürümüyor!” gibi sanki sadece erkeklerin bilgisi dahilinde olan şeyler varmış gibi bir hava yaratılıyor. Kimi alan ise o kadar cinsiyete göre düzenlenmiş ki… Örneğin ürolojide, ortopedide kadın hekim göremezsiniz.

Bir diğer konu, kullanılan dil. Cinsiyetçi dille sürekli mücadele etmemiz gerekiyor ve ediyorum da… Ancak artık “Karşı taraf değişime açıksa” şartı koşuyorum kendime çünkü bazen gerçekten olmayınca olmuyor.

Diğer taraftan da şu var: Cinsiyet ayrımcılığını insan kanıksayabiliyor, normalleştirebiliyor. Bazen mücadele veriyoruz ama neden buna mecbur kaldığımızı tam olarak tanımlayamayabiliyoruz. Sonrasında öyle bir an geliyor ki, yaşananların kaynağını buluyoruz, ataerkilliği tanımlıyoruz. Ben bunu kendini bulma anı olarak da görüyorum çünkü kendinizi bir başkasıyla eşit temelde bulmak için uğraşıyorsunuz. Bunun devamında önceden üzerinde durmadığınız sözler de hareketler de size batmaya başlıyor. Her türlü konuyu bu farkındalıkla değerlendirmeye başlıyoruz.

Türkiye’de güçlü bir kadın hareketi var, sağlık alanı için de bu durum geçerli. Bahsettiğiniz farkındalığın toplumsal bir mücadele halini almasında etkili olan faktörler neler sizce?

Bu farkındalığı bireysel bir mücadele alanından bir dernek, sendika, birlik, parti gibi bir topluluğa taşıyabilmek için örgütlenmenizin, bir politikanızın olması gerekli.  Bir de tabii, politikaların oluşması, gelişmesi de bir ihtiyacın sonucu. Örneğin, kadınların “Sözümüzün dinlenmediğini fark ettik ve dinlenmesi için örgütlenmeye karar verdik.” beyanıyla oluşturdukları Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu var. Burada toplumsal cinsiyet tutum belgesi hazırlandı. Bu belge, kongrede kabul edildi. TTB’nin kadın kotası var ve bu kota tartışmaya açık değil. Toplumsal tacize yönelik yönerge çıktı. Bu yönergelerin ve tutum belgesinin ülke genelindeki tabip odaları için uygulanabilirliği konusunda sıkıntılar olabiliyor çünkü farklı yerlerde değişmeye dirençli farklı yapılar var ancak mücadele etmeye devam ediyoruz.

Sağlıkta şiddet konusunu size sormak istiyorum. Neler yaşıyorsunuz? Bu durum da cinsiyet meselesinde olduğu gibi bazı durumlarda kanıksama haline dönüşüyor mu? Haberlerde görmeyi kanıksamaya başlıyoruz çünkü.

İnsanlar ASM’leri her türlü işi yaptırabilecekleri bir yer olarak görüyor. Buraya gelen hastanın, hasta yakınının talebi sanki burada reddedilemezmiş gibi…  

Sistem sizi o şekilde gösteriyor, karşınızdaki insan sizi o şekilde kodluyor. Bir süre sonra tolere edebilirliğiniz düşüyor, yılgınlık oluşuyor. Şiddeti de kanıksayabiliyorsunuz; bağırma ve hakaretleri normal görmeye başlıyorsunuz. Bir kutu ilaç yazıyorsunuz, hasta iki- üç kutu yazmanı istiyor. Yazmadığınız da kıyamet kopuyor.

Kabul edemeyeceğiniz durumlar da var tabii, ben ASM’de çalıştığım için oradan örnek vereyim size. Konu şu: Bir hasta yakını geliyor “Benim annemin bir mahkemeye gitmesi lazım ama gitmeyecek. Siz, ona bir rapor yazarsınız.” diyor. “Yazamam.” diyorum “Anneniz gelsin, bakayım. Belki gerçekten gidemeyecek haldedir.” diyorum. Rapor vermediğim için tehdit ediyor. “Seni süründüreceğim! Seni gazetelere çıkartacağım!” diyor. Öyle olunca beyaz kod verdim. O da kolay bir iş değil. Polise gidiyorsunuz, tutanak tutuluyor, mahkemeye çıkıyorsunuz. Bayağı bir uğraşıyorsunuz yani.

Bazen de şunu düşünüyorum: CİMER’e sağlık çalışanı şikâyet edilince size hemen soruşturma açılıyor. Yaşadığımız bu durumlar hasta-hekim ilişkisi değil de hasta memnuniyetine dönüşüyor.

Hasta 184 şikâyet hattını arayıp hasta bizi şikâyet edebiliyor, adınızı vererek tehdit ediyor. Sonrasında 184 dönüp sizi arıyor ve beyaz kod vermenizi istiyor. “Beni tehdit etmiş, siz de kaydı da var, inkâr edemez. Siz başlatın süreci. Beni neden huzursuz ediyorsunuz?” diyorum. Bu durum ilk kez yaşandığında beyaz kod verdim ama ikincisinde “Siz beni korumakla yükümlüsünüz.” dedim. Hasta memnuniyetinden kastım biraz da bu. Orada hastaya “Hakkınızda yasal işlem başlatıyoruz.” denilirse hastanın tehditleri durur ama bu denmiyor.

Kadın olduğunuzda erkek meslektaşınıza göre sözlü hakaretler daha fazla oluyor. Cinsiyetçi söylemlere daha fazla maruz kalabiliyoruz.

Not: Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu tarafından yapılan çalışmalardan bazılarını şu adreslerden bulabilirsiniz.

“Kadın Hekim Olmak” Çalıştayı sonuç raporu: https://ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=1b82dd3c-4fdb-11e9-9125-448cf218a3e8

Pandemi ve Kadın Çalıştayı: https://www.ttb.org.tr/kollar/_kadinhekim/yayin_goster.php?Guid=991ed10e-de47-11eb-904c-0c2180212451

ayşegül ateş, Ayşegül Ateş, Ayşegül Ateş
2984 gösterim

Yorum Yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MESLEK HASTALIKLARI NEDİR? Meslek hastalığı; işçinin çalıştığı veya yaptığı iş şartları nedeniyle ortaya çıkan geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal rahatsızlık halidir.