Slider

meslek hastalığı - MESLEK HASTALIKLARINDA İLLİYET BAĞI SORUNU

MESLEK HASTALIKLARINDA İLLİYET BAĞI SORUNU

John Hopkins Üniversitesinde doktora yapan ve meslek hastalıkları üzerine çalışan Zeynel Gül ile Türkiye’de meslek hastalıklarını ve işçilerin yaşadığı zorlukları konuştuk.

Biraz kendinizden bahseder misiniz?

John Hopkins Üniversitesi, Antropoloji bölümünde doktora yapıyorum ve “Türkiye’de meslek hastalıklarının sınıflandırılması ve belgelendirilmesi” başlıklı bir tez çalışması yürütüyorum.

Bu konuyu nasıl belirlediniz? İlginizin bu konuya yönelmesinde etkili olan belirgin bir faktör oldu mu?

Bu konuyla ilişkim Boğaziçi Üniversitesinde öğrenciyken düzenlediğimiz ve halen devam eden “Emek Haftaları” sırasında oluştu. Tuzla’daki iş cinayetlerine karşı başlayan bu haftaların 6.sına denk gelen günlerde ne yazık ki Soma katliamı gerçekleşti. Bunun üzerine Soma’ya gittik. Sonradan Boğaziçi Soma Araştırma Grubu’na dönüşen bir grup öğrenci ve akademisyenle işçiler, aileler, esnaf ve köyleri ziyaret ederek bir araştırma gerçekleştirdik ve bunu bir rapora dönüştürdük. Meslek hastalıklarına ve iş kazalarına olan dikkatim bu dönemde arttı diyebilirim.

Size Türkiye’de meslek hastalığı raporu alma sürecinde işçilerin karşısına çıkan ve genellikle de işçi aleyhine kullanılan bir gerekliliğe dönüşen illiyet bağını sormak istiyorum. 

İlliyet bağı, çok katmanlı bir mesele. Birçok ‘haksız fiil’ davasında illiyet bağı aranır. Uygulamada kusursuz sorumluluk ve sorumluluk şeklinde iki yaklaşım mevcut. Kusursuz sorumluluk, hastalanmanızda sizin bir sorumluluğunuz olup olmadığını bakılmaksızın zararınızın tazmin edilmesidir. Sorumluluk ise işçinin mesleki kaynaklı geçirdiği kaza ya da hastalıkta bir sorumluluğu olup olmadığını inceler. Türkiye iş kazası ve meslek hastalıkları özelinde büyük oranda sorumluluk esasını benimsiyor. Korumacı bir anlayış yerine sözleşme ilişkisi etrafında dönen bir mantık işliyor. Kastettiğim şu: “Bu koşullarda, bu kadar süre çalışacaksınız. Ücretini ödediğim müddetçe, işçinin beden ve ruhunu sınırsızca sömürebilirim.” yaklaşımına dönüşüyor.

Türkiye’deki sistemin işçinin sorumlu olabileceğini göz önünde tutarak sigorta mantığıyla işlediğini görüyoruz. Bu ne demek? “Ortada kazaya, hastalığa maruziyet var ama bu nereden kaynaklanıyor? İspatlayın bakalım!” Oysa bu yaklaşım kimi zaman akla, hukuka ve hatta tıp alanına aykırı sonuçlar doğuruyor.

Bunu biraz detaylandırabilir misiniz?

Şu bilinen bir gerçek ki, kimi işlerin vücutta bıraktığı mesleğe özgü izler ve yaralar var. Örneğin silikozisli hastaların akciğer filmlerinde buzlu cam diye bilinen bir görünümü var. Yine akü ve musluk bataryası imalatında kurşun zehirlenmeleri, kibrit fabrikalarında fosfor zehirlenmeleri, asbest işleyen sektörlerdeki akciğer zarı kanserleri artık neredeyse ispata gerek kalmayacak şekilde belgelenmiş sekellerdir. Burada daha hızlı işleyen bir tazminat sistemi yerine sil baştan kanıt aranması zannımca sorunlu bir yaklaşımdır. Ancak bu kadar belirgin olmayan hastalıklar da var; çevresel ve genetik faktörler, bireysel tercihler gibi… Diyelim ki, solunum yoluyla ilgili bir sağlık sorununuz var. Bu sorun genetik kaynaklı mı? Yakınlarda bir çimento fabrikasından mı? Sigara içiyorsunuz, sebebi bu mu?

Bu durum sadece bürokratik bir kavrayış sorunu da değil. Yaşadığımız risk toplumunun yapısı içinde neyin neden kaynaklandığını göstermek hali hazırda çok zor. Hukuksal ve bilimsel bilgi üretimlerinin kendi içlerindeki açmazlar da, bu sorunu besliyor. Kabaca söylersem, tıp, hastalıkların birçok nedeni olabilir derken, mekanik bir anlayışı benimseyen hukuk mümkünse “Tek neden göstereceksin!” diyor. Bu iki disiplinin farklı illiyet bağı kavramsallaştırmaları işçiler aleyhine bir duruma dönüşüyor.

Türkiye’de meslek hastalıklarına yönelik uygulamalarda gördüğünüz en büyük sorun nedir?

Bana kalırsa en büyük sorun, mesleki sağlık ve güvenlik konusunda bütünsel ve önleyici bir yaklaşımın olmamasıdır. Bu yaklaşımın yerine konan mevcut parçalı ve göstermelik sigorta sistemi içinde illiyet bağı dediğimiz şey de bir zulme dönüşüyor. Şöyle ki, 7-8 yıla varan davalar var, bu dava süreçleri işçiye uygulanan bir şiddete dönüşüyor. 

İşçi ölümcül bir hastalığa yakalanmış ama bu durumun doğrudan bir suçlusunu bulamıyorsunuz.
zgul 1 1 - MESLEK HASTALIKLARINDA İLLİYET BAĞI SORUNU

Bu şiddet konusunu biraz detaylandırmanızı isteyeceğim. Meslek hastalığı nasıl şiddete dönüşür?

Burada kastettiğim şey, yapısal bir şiddete maruz kalma hali. Örneğin, son günlerde gündem olan, İngiltere’den ithal binlerce ton plastik çöp hangi bölgelere döküldü? Çöplerin döküldüğü yerde yaşayan ve muhtemelen yoksul olan insanlara doğrudan fiziki bir şiddet uygulandığını söyleyemeyiz. Ama kanserojen etkisi bilinen çöplerin toprağa ve suya karışması, bu insanların  yıllara varan bir şiddet biçimine maruz kalması anlamına gelir. Birisi yıllar sonra yakalanacağı kanserden kaynaklı dava açsa bu şiddetin sorumlusunu belirlemek için bin dereden su getirmek gerekecek. Yani kurumsal ırkçılık, yüksek güvenlikli sınır duvarları ve Gazze’deki gibi apartheid rejimlerinde de gördüğümüz yapısal şiddet biçimlerinde kritik olan şey, şiddetin zamana ve mekana yayılmış olmasıdır.

Meslek hastalıklarına dönecek olursak; işçi ölümcül bir hastalığa yakalanmış ama bu durumun doğrudan bir suçlusunu bulamıyorsunuz. Örneğin, işçi 30 yıl boyunca işe gidiyor, zehirli tozlara maruz kalıyor, benzer işi farklı yerlerde sürdürüyor ve aslında yavaş yavaş görünür hale gelmeye başlayan sağlık sorunları oluşuyor. Bunun sonunda hastaneye gidiyor ve işten atılma riskiyle karşı karşıya kalıyor. İşten atıldığında meslek hastalığı raporu olduğu için yeni bir iş bulamıyor. Bu fotoğrafta meslek hastalığı raporu alma sürecine girip pişman olan çok işçi var.

Daha güncel bir örnekle, geçtiğimiz haftalarda Bozüyük’te seramik sektörü çalışanlarından 3 işçi silikozise yakalandı ve meslek hastalığı aylığının devam etmesi için İstanbul’daki yetkili hastaneye geldiler. Ve ne yazık ki yolda ya da hastanede Covid-19 hastalığına yakalandılar. Bu örnek ve az evvel saydığım karmaşık belgeleme süreçleri ‘sınıfın evrak yaraları’ diye niteleyebileceğimiz bir mağduriyetin parçasıdır.

İşçiler meslek hastalığını ispat etmeye çalışırken işlerinden oluyorlar, kimi durumlarda aileleriyle ilişkileri bozuluyor, iş bulamadıkları için kayıtdışı sektörlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu yüzden illiyet bağını kanıtlamanın çalışma hakkına engel olarak işçi de yara açtığını ve şiddete dönüştüğünü düşünüyorum. Meslek hastalıklarını ele alma biçimimiz salt bir düşünce egzersizi değil, pratik sonuçları olan bir durum. Mesleki Sağlık Uluslararası Komisyonu başkanı Takala’nın belirttiği üzere dünya genelinde yıllık 2.5 milyon iş kaynaklı ölümün yüzde 85’i meslek hastalıklarına bağlı olmasına rağmen iş yerindeki önlemler halen sırf iş kazalarını engellenmeye odaklanıyor.  

Bu sorunları çözmeye yönelik öneriniz nedir?

Dünyanın farklı yerlerindeki uygulamalara bakınca, liste yönteminin genişletilmesi ve daha aktif işletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani az evvel bahsettiğimiz gibi belirli sektörlerdeki meslek hastalıklarının ve yaralanmalarının daha hızlı bir şekilde mahkemelere gitmeden sigorta sistemi aracılığı ile tazmin edilmesi mümkün.

Yine toplumsal muhalefetin alanında örneğin sendikalar içerisinde de bu konunun gündemleştirilmesi faydalı olacaktır. Bakıldığında birçok işçi kurşun maruziyetinin kendisini nasıl etkileyebileceğini bilmiyor, silikozisin adını duymamış, kullandığı malzemenin kansere yol açtığını dava açtığında öğreniyor. Bunlara karşı iş güvenliği eğitimi vermek ve gerekli önlemleri almak elbette devletin ve işverenin sorumluluğunda. Ama işçi ve toplumsal kitle örgütlerinin de bu konuya daha fazla eğilmesi gerektiği düşüncesindeyim.

2931 gösterim

Comments (2)

Yorum Yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MESLEK HASTALIKLARI NEDİR? Meslek hastalığı; işçinin çalıştığı veya yaptığı iş şartları nedeniyle ortaya çıkan geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal rahatsızlık halidir.