Sağlık alanında çalışan kadınlarla olan röportaj serisinde ikinci görüşmemizi Psikiyatri asistanı olan Zeynep ile gerçekleştirdik.
Kendinizi tanıtabilir misiniz?
Bir eğitim araştırma hastanesinde Psikiyatri asistanı olarak çalışıyorum. 3 buçuk senedir hekim olarak görev yapmaktayım.
COVID-19’u nasıl deneyimlediğinizden, ne tür aksaklıklarla karşılaştığınızdan bahseder misiniz?
İlk vaka açıklandıktan ve hastanemizde de ilk vaka görüldükten sonra pandemi servisleri açılmaya başladı ve ardından bu bilinmeyene karşı hepimizi bir endişe kapladı. Bir yandan bu virüsün nasıl bir organizma olduğunu, nelere yol açtığını, nasıl korunmamız gerektiğini anlamaya çalışıyor; bir yandan da servislerde dolaşıp maske taktığımızı görünce “Maskeye ne gerek var ki!” diyen yöneticiler ve sorumlular ile mücadele ediyorduk. Neyse ki çok geçmeden koruyucu ekipmanın önemi anlaşıldı ama o süreçte birçok arkadaşımız enfekte oldu. Pandemi servisleri açılmaya başladı ve oralarda görevlendirilmeye başladık.
Son anda tarafımıza bildirilen görevlendirmeler, tekrar tekrar kullanmak zorunda kaldığımız ekipmanlar ve iş yükü ile karşı karşıya kaldık.
Çoğu birim esnek mesai düzenine geçti, tabi kendi branşımıza ek olarak COVID-19 görevlendirmelerinde de çalışmaktaydık. Zamanla koruyucu ekipman sıkıntısı azaldı ancak sonradan o zamanlar kullandığımız bazı maskelerin güvenilir olmadığını öğrendik. Normalleşme süreci ile birlikte kendi kliniklerimiz de açıldı ancak vaka sayıları arttıkça kendi branş işlerimize ek olarak pandemi servislerinde de çalışıyoruz. Bu da iş yükümüzü arttırdı. Şu an yeniden vakaların artmasıyla beraber pandemi görevlendirmeleri de yeniden başladı.
TTB‘nin pandemi süreci boyunca ciddi itirazları ve önemli önerileri oldu. Sizce pandemide neler yapılmış olsaydı daha iyi olurdu?
Bu sorunun cevabı saymakla bitmez sanırım. Sağlık Bakanlığı sürecin başından itibaren meslek örgütlerine adeta kulak tıkadı; TTB siyasi iktidar ve destekçileri tarafından çoğu zaman hedef gösterildi.
- İlk dönemde koruyucu ekipmanın önemi ve yeterli sayıda test yapılması gerektiği fazlasıyla dillendirildi ancak gözardı edildi.
- Koruyucu malzemelerin tüm yurttaşlara temini gerekirdi ancak maalesef bu yapılamadı.
- Vaka sayıları hakkında şeffaflık talep edildi ancak bu talep karşılık bulmadı.
- Vaka sayıları olduğundan az gösterilerek bir normalleşme algısı yaratıldı.
- Aşı uygulamasının daha erken başlaması ve daha çok kişiye daha stratejik yapılması gerekiyordu. Aşılama oranlarına bakarsak böyle olmadığını görüyoruz ve şu an aşı sıkıntısı yaşıyoruz.
- Kapanma sürecinde milyonlarca insan ekonomik olarak kayba uğradı. Devletin bu yönde bir destek alması gerekirdi. Öbür taraftan işçiler tam mesai çalışmaya, kalabalık otobüslerde/metrolarda işlerine gitmeye devam ediyordu.
- Açılmalar planlı bir şekilde kademe kademe olmadı, bu salgın yönetiminde büyük bir hata.
- Okulların açılması, kapanması kısmının ise fiyaskoya döndüğünü; eğitimde zengin ile fakir öğrenci arasındaki makasın hiç açılmadığı kadar açıldığını söylemek yanlış olmaz sanırım.
Çalışanı da çalışamayanı da kendi başının çaresine bakmak zorunda bırakan bu sistemde pandemi ile mücadelede maalesef sınıfta kaldık.
COVID-19’un sağlık çalışanları için meslek hastalığı sayılması yönünde belli bir ilerleme kaydedildi ve 2 sağlık çalışanı COVID-19 kaynaklı meslek hastalığı raporu aldı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
COVID-19 gibi bir hastalığın mesleki faaliyet nedeniyle bulaştığının kanıtlanması son derece güç ancak sağlık çalışanlarının toplumun geneline göre salgından 14 kat daha fazla etkilenmiş olduğunu göz önünde bulundurursak COVID-19’un meslek hastalığı olduğu su götürmez bir gerçek. Çoğumuz hastanelerde penceresi bile olmayan, havalandırması yetersiz kapalı alanlarda ara vermeden saatlerce çalışıyoruz. Özellikle salgının ilk günlerinde koruyucu ekipman eksikliği nedeniyle birçok sağlık çalışanı enfekte oldu, bazıları hayatını kaybetti. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda COVID-19’a yakalanan bir sağlık çalışanı için COVID-19’un meslek hastalığı sayılması için nedensellik bağı aranmasının gerek olmadığı kabul edilmelidir.
COVID-19’dan bağımsız olarak asistan hekimlerin koşullarının zor olduğuna dair birçok şikayet olduğunu biliyoruz. Asistan hekimlerin çalışma koşullarını değerlendirir misiniz?
Asistan hekimlerin çalışma şartları adeta kanayan yara. Sürece uzmanlık eğitimi almak amacıyla başlıyorsunuz. Kendinizi bir anda bazı branşlarda; iyi ihtimalle sayısı ortalama 10, cerrahi branşlarda ise 15’i bulan nöbetleri tutarken buluyorsunuz. Nöbet ertesi izin yok, çalışma saatleri 36 saate varıyor ve daha da kötüsü bu normalleştiriliyor.
Çalışma koşullarına itiraz etmek tembellik olarak adlandırılıp talebinizin karşılığında mobbinge uğruyorsunuz.
Mobbing salt eğitimcilerden değil; daha kıdemli diğer asistanlardan, yöneticilerden de geliyor. İşten çıkıp eve gidince yorgunluğu bir kenara bırakıp çalışmaya, okumaya devam etmek gerekiyor çünkü dediğim gibi eğitim süreci bu. Salt iş gücü olarak görülüp eğitimin geri planda kaldığı bu sistemde asistan hekimler boş vakitlerinde kendi çabalarıyla kendilerini eğitmek zorunda kalıyorlar. Başından sonuna kadar bedensel ve ruhsal olarak yorucu bir süreç bu.
Sağlık alanında yaşanan dönüşümlerin (performans sistemi, şehir hastaneleri vb.) koşullarınıza etkisi ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Çalışma koşullarına geçmeden önce bu durumun üniversitelerdeki eğitici kadrosuna ve tıp eğitimi kalitesine büyük bir darbe vurduğunu da söylemem gerekir. Artık koruyucu hekimliğin öneminin azaldığı, günden güne sağlık talebinin arttığı ancak bununla ters orantılı olarak verilen sağlık hizmeti kalitesinin düştüğünü görüyoruz. Performans sistemi hekimler arasındaki ücret eşitsizliğini arttırıyor, hekimleri kendi mesleklerine yabancılaştırıyor. Performans baskısıyla 5-10 dakikada bir poliklinikte hasta bakmaya zorlanan bir hekimden nitelikli bir sağlık hizmeti bekleyebilir miyiz? Bu sistem hekimliğin ruhuna aykırı ve sürdürülebilir değil.
Şehir hastaneleri ise sağlıktaki bu çirkin dönüşümün son adımlarından bir tanesi. Birer ticarethane olarak kurgulanmış ve kaynak israfına neden olan bu kurumlar, maalesef var olan köklü hastanelere de darbe vurdu. Birçok sağlık çalışanı bu hastanelerde çalışmak için görevlendirildi, sonrasında verilen sözlere rağmen ücretlerini alamadılar.
Mobbing ile karşılaştığınızdan bahsettiniz. Hem bunu sormak hem de haberlerde sıklıkla rastladığımız “sağlıkta şiddet” konusunu sormak istiyorum. Bununla ilgili bir tedirginlik yaşıyor musunuz? Bu konuyu kadın olmakla birlikte değerlendirmenizi rica edeceğim.
Bu soruya gönül rahatlığı ile hayır demek isterdim ancak diyemiyorum. Sağlık alanında mobbing hiyerarşik ilişkilere yedirilmiş acı bir gerçeklik. Çoğu kişi neyin mobbing olduğunu neyin olmadığını bile bilmiyor. Daha deneyimli kişilerin yeni başlayanlara kıdem ilişkisi altında yaptırdıkları ya da yaptıkları normal karşılanıyor.
Kadın bir çalışanın neyi yapıp neyi yapamayacağı konusunda erkeklerin fikir beyan etme cüreti normal karşılanıyor.
Şiddet konusuna gelecek olursam; öyle bir hal ki, karşınızdaki kişinin size her an şiddet uygulayabileceği ihtimali zihninizin bir köşesinde yer etmiş. Çalışırken devamlı bunu göz önünde bulundurarak çalışıyorsunuz, devamlı tetiktesiniz. Size hakaret edebilir, bağırabilir, üstünüze yürüyebilir, vurabilir; bu hakkı kendisinde görür çünkü hastadır, çünkü yakını hastadır, acılıdır vs… Bu kişi, uyguladığı şiddetin sonucunda ceza da almaz. Bana bir hastam “Senden ne köy olur, ne kasaba!” demişti. Bakıldığında çarpıcı bir örnek değil belki ama hala hatırlarım, kötü etkilenmiştim.
Yine kadın olmakla ilgili bir soru. Sadece pandemi süreci, asistanlık gibi dönemler üzerinden değil de cinsiyetin getirdiği yükler, zorluklar, ayrımcılık.. Bütün bu durumlarla ilgili deneyimlerinizden, karşılaştığınız durumlardan hareketle sağlık alanında kadın olmakla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Sağlık, yakın zamana kadar erkek baskın bir alandı; bu durum bu işi erkeklerin daha iyi yapabileceği yönünde yanlış bir algıya yol açmıştı. Maalesef bu düşünce erkek sağlık çalışanlarının katkısıyla sağlık camiasında da süregeldi.
Kadın çalışanların birimlerinde istenmediği, gebe kalıp çocuk doğurduğu için işten uzak kaldığı gerekçesiyle mobbinge uğradığı, cerrah olup ameliyata alınmadığı, akademik çalışmalara dahil edilmediği sayısız örnek var.
Bir kadının iş dışındaki sorumluluklarının mesleğinin getirdiği sorumluluklardan daha önemli olduğu yönünde bir algı var. Bu durum kadının akademik açıdan saf dışı bırakılmasına sebebiyet veriyor. Bir diğer taraftan bakacak olursak, bir kadının gerçekten de özel hayattaki sorumluluğu daha fazla oluyor. Bu nedenle iyi bir başarı gösterebilmesi için bir erkekten daha fazla yorulması gerekiyor. Diğer taraftan sağlık alanında çalışan kadın sayısı giderek artıyor. Umuyorum ki bu zorluklar günden güne azalacak.
Sağlık alanında işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu çok göz ardı edilen, yakın zamana kadar sadece göstermelik eğitimler ile geçiştirilen bir kavram maalesef. Şu ana kadar iş sağlığı ve güvenliği üzerinde efektif bir eğitim aldığımı hatırlamıyorum. Pandemi dönemiyle de aslında ne kadar riskli bir ortamda çalıştığımıza dair farkındalık kazandık diyebilirim.
*Yazıda, sağlık çalışanının gerçek ismi kullanılmamıştır.
Yorum Yapın